10 Ocak 2019 Perşembe

Aysel Git Başımdan!



Yaptığım araştırmalar ve gözlemler sonucu güldüren, esprili, neşeli kadınlar, erkekler tarafından daha çok seviliyor. Neşeli bir kadınla hayat geçirme hayali karşı cins için harika!
Hayatın zorlu süreçlerinden geçmiş, iş sıkıntıları ile boğuşup ekonomik zorlukları atlatabilme derdi yaşamış herkes özel hayatında illaki mutlu olabilmek ister. Bu en insani ihtiyaç aslında..


Şenay mutlu kadını kim istemez ki? Diyebilirsiniz. Elbette herkes ister fakat öncelik yapmayabilir.
Önce kariyeri olan bir partner, parası olan,  güzel – yakışıklı olan, siyasi gücü olan, hatta bence daha absürt olan uzun boylu, yeşil gözlü, sarı saçlı, esmer vs diye kriter koyanları da vardır.
Bazıları bu kriterleri konusunda o kadar nettir ki, 56 yaşında hala bekardır: )
Fakat dediğim gibi araştırma bu ya, (bende severim ziyadesiyle araştırmayı) neşeli kadınlar daha çok hayranlık duyulan aşık olunan kadınlardır. Espri yapabilmenin de zeka istediğini düşünürsek aslında haklılarda!
Neşeli derken kasıt aslında, hayat enerjisi ile birlikte eğlenceli olup bunu zekası ile harmanlayan kadın profilinden bahsediyorum. Yani samimiyetle konuşan, hem ne dediğini bilen hem de ağzından bir patavatsızlık çıkarsa bunu absorte edebilecek zekaya sahip olan..
Peki efendim bu neşeli, mutlu, umutlu kadınları bu şekilde severek hayatınıza dahil ettikten sonra neler oluyor?
Hemen size araştırmacı kimliğime güvenerek anlatayım.
Aysel..
27 yaşında, Halkla İlişkiler okudu, ailesiyle yaşıyor, inanılmaz hareketli ve öğrenmeye kendini geliştirmeye açık,  güzel de bir kız.
Her girdiği ortama neşesi ve enerjisi ile keyif katan, oturup ekonomiden, magazine her konuda konuşabileceğiniz bir kızcağız.
Bu kızımızı isteyen çok, fakat
Ahmet! Evet Ahmet, Aysel’i bir arkadaş ortamında görüp hızlıca aşık oluyor. Daha Aysel’e açılmadan ortamdan ayrıldığında evlilik hayalleri dahi kuruyor.
Büyük ihtimal Ahmet Kova burcu:) Beni tanısın zaten kendi gelecek peşime diye burcunun hakkını da veriyor.
Efendim bu Aysel ile Ahmet ne oluyor? Evleniyooorrr
Ardından Aysel tüm neşesi enerjisi ile bu ilişkide güldüren kadın olmaya başlıyor.
Lakin Aysel, küçük yaşta babasını elim bir kazada kaybettiği ve hatta annesinin de bu kazada sorumlu olduğu için kendini affetmediği bir özel hayata sahip.
Konu genişledikçe Ahmet bu psikolojiden hoşlanmıyor. Kadın güldürmek istiyor yine de.. Fakat sonra işin içine merhamet- fedakarlık- daha elzem bir samimiyet- yüksek duygular giriyor.
Ahmet kadının tüm bu hayat zorluklarına rağmen enerjisinin, neşesinin aslında kendine olan öz güveni ve iç dünyasını kendi ile barışık olması sebebiyle olduğunu bir türlü kaldıramıyor.
Aysel, onca kadersel diye tabir ettiğimiz sıkıntılara rağmen gücünü elbette kendinden alıyordu, yani efendim bu da ne demek oluyor? Bir ortama girdiğinde, iş hayatında, aile hayatında rolü büyük ve hakimiyeti konforlu kişi oluyor esasında.
Fakat hakimiyet ataerkil toplumlarda erkekte olduğundan bir karmaşa başlıyor bu ilişkide.
Ahmet bu dertleri gördükçe Aysel’in büyüsü kayboluyor. Hatta ilerleyen zamanlarda Aysel onun için sadece çocuğunun annesi haline gelip baskılı yasaklı, ezilebilmeye müsait bir kadın olması adına Ahmet daha da ilerliyor.
Aysel’in tabi eski neşesinden eser kalmıyor. Yaptığı her hareket Ahmet’i delirtip daha da uçurum oluşturuyor.
Sonra ne mi oluyor efendim, Ahmet iş yerindeki o neşeli, mutlu, hayat dolu Feriha ile çocuklar gibi bir aşka yelken açıyor.
Aysel ara sıra ağlıyor, isyan ediyor yaşadıklarına ve Ahmet’e kin kusuyor ama Ahmet öyle çok bitirmiş ki Aysel’in ağlama konusunu, ona “oyuncu” diyor. Başkaca tüm kadınlara merhamet duyan Ahmet, Aysel’ in ne geçmişi ne de geleceğine saygı duymuyor. Çünkü gülen kadının, tabiri caizse ( başka ifade edemedim şuan ) yularını alıp istediği yöne çekmeyi başaramadı.
Aysel susmuyor, neşeli kadın anlamaya çalışıyor durumu ama içselleştirdikçe bir suçlu bulamıyor.
Senelerce kendisinin bir yerde bir hata yaptığını düşünüyor. Tüm suçu farkettirmeden kendine yüklüyor. Yönetemediği ilişkisinin sorumlusu ilan ediyor. Bunlarla uğraşırken aradaki saygı yitip gidiyor.
E o zaman hani kişilerin öz güveni? Hani neşesi?

Ahmet efendi sen bu kızı nasıl gördün? Neden sevdin, nerede tanıştın? Şimdi neden tüm bunlar sana rahatsızlık verdi? Aysel o kalabalık arkadaş gruplarında hepinize keyifle sohbetler açtığında, ortamın enerjisini yükseltip her günü mutlu kılıp kendi dertlerini sana yüklemediğinde güzeldi dimi hersey?
Sonra neden Aysel eve kapatılıyor? Neden yaptığı her esprinin altında bir olay aranıp kavgaya sürükleniyor?
Sen madem ataerkil bir toplumdan geldin, madem kadınların kıymetini annenden mütevellit bildin, neden şimdi kısıtlayarak kendi hesaplaşmalarını kadından çıkardın?
Aysel artık gülmüyor efendim,
Tüm bunlar 5 sene içeririnde gerçekleşiyor ve Ahmet Ayseli döverek evden gönderiyor.
Feriha’ya mı ne oluyor, yok canım o küçük bir hevesti Ahmet için. Gururunu okşayıp, onu türlü övgülerle egosuna hizmet eden bir kısa maceraydı Feriha.. Ama tabi Feriha’ da gülmedi sonraları..
Ahmet efendi onun da canını yakmak suretiyle hayatından kavga dövüş çıkardı.
Şimdi ne mi olacak?
Şimdi herkes sorgulayacak.. Hayatınızdaki kadını daha da mutlu edebilmek için neler yaptınız?
Bir insanın özgürlüğünü almak, kısıtlamak, gelişimine set vurmak, ilerlemesi ve mutlu olması adına kariyerini kesmek, mobing yaparak yavaş yavaş bitirmek inanın bir marifet değil..
Sesinizi yükselttiğinizde, elinizi masaya ya da kadına vurduğunuzda o kadını aslında tamamen kaybediyorsunuz. Haklıyım, erkeğim, sen kadınsın yerini haddini bil dediğinizde annenizin ellerinden hiç kimse öpmüyor.. Sizi erkek sadece işe gider ve evde kadından hizmet alır diye bir ticari hayata dönüştürenler utansın!
Samimiyet ve sevgi önce kişilerin kendini sonra karşındaki sevmesi ve saygı duyması ile devam eder.
Kendinize güvenmiyorsanız, gülen kadınları ağlatmayınız..

24 Ekim 2018 Çarşamba

Sen de Çok Meşgulsün Dimi ?




Çok meşgulüm canım!



Uzun zamandır en çok duyduğum ve artık pis pis gülerek saygı duyamadığım, çoğunlukla bertaraf etme sözcüklerinden (klişelerinden) biri oldu itiraf edeyim. Kendim de dahil! Ne zaman birine "Çok Meşgulüm Canım" desem ardından kendime kızıyorum.

Herkes o kadar meşgul ve yoğun ki, sanırsın periyodik cetvele 119. elementi bulmak üzere!
Yolda, toplu taşımada, iş yerinde, pazarda, markette kimi görüyorsanız (hele bir de uzun bi ara size zaman ayırmadı, randevulara gelmediyse ) ayyyy kesin çok meşguldür.
O kadar meşguldür ki, instagram da artık “hepsini gördün” ibaresini günde 80 kere okumuştur. 

Şenay saygısızlık etme, şurada koca şirketin yükü omzumda, 5 kişilik performans sergiliyorum! Sene 365 gün ben tamamı çalışıyorum, ne tatilim var ne gezmem tozmam.. diyenlere de pek çok lafım var.

Arkadaşlarım bakın zaman geçiyor, hızla yaş alıyoruz ve sığdıramıyoruz samimiyetleri güzellikleri. Eğer bunu bir korku ve baskı ile yarın kaygısı ile yapıyorsanız ya da tee bebelikten böyle kodlanıp patron korkusu ile çok çalışıyor havasına bürünüyorsanız, yazık..

Hayır bir çok kişi de harika değil işinde gücünde. Hepsinde ayrı bir sorun, iş kavgası – performans kaybı- üretememe derdi- huzursuzluk – mutsuzluk- berbat bir ekip çalışması – türlü kuyu kazma ve arkanı kurtarma mücadeleleri ile boğuşmakta. Çoğunlukla o "çok meşgulüm" imajımız artık hastalık haline gelmiş.
Oysaki iyi yönetilemeyen zaman sebebiyle çoğunlukla meşgul oluyoruz. Başarı değil başarısızlık haline geliyor kimi zaman fütursuz mücadelemiz.

Elbette diyemeyiz ki kimse çalışmasın gezip tozsun tüm gün kitap okusun. Hayat ve bunla birlikte artan ihtiyaçlar devam ediyor. Ama biz ne yazık ki bunun da suyunu çıkardık. İhtiyaçları doğrultusunda tüketen değil, mütemadiyen tüketen bir toplum haline geldik. Hem de çapımıza göre de değil, boyumuzu aşan bir tüketim halindeyiz. Yemeyi içmeyi, gezmeyi, giyinmeyi hatta artık sevmeyi sevilmeyi, toplumu, aileyi her şeyi tükettik.
Bi sakince kalbimizi ruhumuzu dinleyelim birlikte.. 
  • Neye faydası oldu her gün delice cevapladığın 15bin mailin? 
  • 8 senedir görmediğin can kankanla arana giren ne?
  • Ya çocuğunla geçiremediğin harika bir yaz tatiline mani olan genel müdürün,
  • Kendisi hastayken sen iş gezisinde olduğun için yanında olamadığın annenin elini senin yerine tayin ettiğin bakıcının tutması,
  • Peki ya Karına zaman ayırıp, en sevdiği yemekleri erkek egosundan sıyrılıp sevgiyle yaparak tüm gün ona veremediğin saatler için,
  • Aile büyüklerine – ayyy orda deniz mi var gelelim zaten senede bi tatil yapıyoruz onda da Bodrumdayız dediğinde utanmaman?
  • Bayram sabahları hala uyuyor olup, bugün bayram yatıyorum valla bana dokunma derken, 3 yaşındaki çocuğunda daha oluşturmadan bitirdiğin Bayram Neşesi ?
  • Gençliğinin en güzel zamanlarında tertemiz kurduğun dostluklara sadece instagram tbt sinden bir yorumla sesleniyor olman..

Tüm bunlara engel olabiliriz diye düşünüyorum. En azından aile hayatımızı mütevazı ve sabırlı davranıp, iletişime açık bir modelde dizayn edebiliriz.
Yoksa gelen jenerasyon da büyük tehlike görüyorum. Onlar dahi çok meşguller.. Asla tecrübesi – değeri olan insanlardan birikimlerinden faydalanmayı kabul etmiyor, istemiyorlar.
Kendileri ziyadesiyle yoğun, meşgul ve her şeye hakimler.

Bu saygısızlıkların önüne geçebilmek için ailece iletişimde olmalıyız, bir birimize zaman ayırmalıyız.
Ailesi, büyükleri ve idolleri olmayan ya da zaman geçirmeyen gençler de asla saygı duymuyorlar.
35 yaşında birine, 20 yaşında bir gencin tavır yapıp, asla dinlememesi, isyan yapması kadar üzücü bir durum yok emin olun.
Biz bu kadar meşgul olurken sağımızda solumuzda kim varsa hepsi de dağılıyor!

Sen çocuğuna zaman ayırmaz ona idol oluşturmazsan o da gider sadece Enes Batur olmak ister, ilim bilim ya da hayal gücü peşine düşen insanlara itibar etmez. Çünkü bilmiyor suçu da yok.!
Efendim gerçek bir insan gibi duygularımıza fırsat verelim diyorum, ne dersiniz? Kendimize fırsat verelim.
Birilerinin en iyi elemanı olup, koca strateji toplantılarında patron alkışı almaya mücadele etmek yerine gelin iki çift lafın belini bükelim. Olmaz mı? Birbirimizden faydalanır, işlerimizi de sevdiğimiz ve kendimizi iyi hissettiğimiz için yaparsak mutlu bireyler olabiliriz. Ayy aman çok duyduk bunları diyip kulak arkası etmeyelim, birlikten sahiden kuvvet doğuyor.
Hatırlayan bilir biz devlet okullarında “küme çalışması” ile sinerji yaratmış çocuklardık : )

 Dedikleri gibi eşyaları kullanıp ,insanları sevelim tam tersini yapmayalım olmaz mı?

Bir de rica ediyorum şu zamanı iyi kullanın, lüzumsuz bir iş için 5 saat ayırıp sonrasında komik meşgulüm cümleleri zikredip durmayın.

Herkes bir birinin şahsına, yeteneklerine, hayattaki kavgasına, mücadelesine, duruşuna, insani yetilerine, kibarlığına, sabrına  saygı duyduğu ve bunu samimiyetle hissettirdiği sürece egonuzda kaybolur gider.
Hiç istemediğim bir şey ama keşke bu sefer  bu yazıyı bir yerlerde paylaşsanız bir birimize anlatsak aslında "özlediğimizi".. :kalp:



24 Eylül 2018 Pazartesi

Öldürmeyen Şey Güçlendirir-di!



Zor günler geçiriyoruz efendim, oldukça zor ve akıbeti konusunda hiç fikrimiz olmayan deyim yerindeyse "samimiyetsiz günler" .. Öyle dolar oynaklığı, bitcoin çılgınlığı kıvamında değil o konulara hiç girmiyorum.



Samimiyetsiz derken hafif kalabilir,sahtekar da denilir.  En yakınımızdaki burnumuzun ucundaki bile zarar verebiliyor. Hiç çekinmeden, hayallerinizden tutunda mevcut düzeninizi dahi bozmak suretiyle gayet pişkince sizi dağıtmaya cür'et edebiliyor. Eline ne geçiyor?? Belki sizden kalan sahte mevki, belki kocanız –karınız- sevgiliniz- ya da eviniz barkınız!

Baktığınız zaman baya baya bir hayat çalıyor. Kötülük diyorum dostlarım! Ne kötülük varsa hepsi şu zamanlar ortalıkta.
İnsanlarda tahammül edebildiğim bazı psikolojik bozukluklar var. Hatta Bir Fregoli Sendromuyum diyen olursa saygıyla önünde eğilirim. : ) 

Fakat tahammülümü zorlayan iletişim türleri var. Mesela şu erkeklerin kadınlarla olan diyaloglarındaki mide bulandırıcı kabalık?

Yaradılış gereği kadın narin, daha hassas ve her şeyden öte annedir, ya da anne adayı.. Bir kadınla konuşurken ilk diyalogda hunharca kavgaya dönebilmek ne büyük rezilliktir.

İlkokul öğretmenim Güner Ergin ve eşi Nazmi Hocamı hep hatırlarım. Güner Hanım, Nazmi Bey şeklinde bir birilerine seslenişleri ve o naif ses tonuyla bir birleri ile geçen bir ömür..
Ama efendim şimdilerde, karşı cins ve hayat şartları sizi öyle bir hale getiriyor ki cinsiyet kavramı kalmıyor.
Geçtiğimiz gün olmaz olası metrobüs yolculuğumda,  önümde hatta burnumun ucunda duran adama; -bir adım ilerleme şansınız var mı? Dedim.
Demez olaydım, daha cümle bitmeden
 -babanın özel aracı mı ne konuşuyosun beee! Cevabını aldım!
Ehh benim yüksek yüksek beklentileri olan, insanlığı yüceltip karşılık beklemekten yorulmayan küçük kızım.. ne gerek vardı adama insanlık dersi vermeye? Tabi daha devam ettim.
-Bakın ben bırakın nefes almayı, kolumu kıpırdatıp tutamıyorum düşücem ve size kibarca bir istekte bulundum, neden bağırıyorsunuz?
- Yaa git sabah sabah belanı başkasından bul be kadın!
Obaaaa ne belası? Nereye geldi konu dimi..
-Aynı sabah kalkıp aynı metrobüsle işe gidiyoruz beyefendi lütfen kibar olun! (Ses tonum ağlamaklı yükseldi tabi)
- Ya sen laf anlamıyonmuuğğ öfffff bunları da karı yapıyorlarğğğ

Yaa işte efendim durum bu! İnsanların katiyen tahammülü kalmamış. İstanbul’da yaşayabilmek istiyorsanız ekonomik olarak anormal seviyede lükse sahip olmalısınız. Sabahın körü gitmeniz gereken bir işiniz olmamalı, toplu taşıma konusunda bak binemezsiniz demiyorum Allah kimseyi hakikaten düşürmesin. Metrobüsle yol gideceklere; hapishaneye düşmüşçesine –Allah Kurtarsın diyiveriyorum istemsiz.

Bu sadece bir tane aksiyon tabi, sabah aksiyonunuz bitipte gün devam ederken yine hayatın başkaca kaosları devam ediyor.  

Oturup yediğiniz içtiğiniz omzunda ağladığınız adam- kadın size ego yapıyor! Vay efendim yerim egonu, artistliğini diyesin geliyor ama neyseee aidiyet hissetme, duygusal olma, sakin ol şampiyon! “Hayat acımasız ve sen de bir savaşçısın unutma” telkinlerim.

Bir birinin emeğine saygı duymayan, yetkinliklerini bir kalemde karalayan, özel hayatlarına kadar girip buradan da nemalanan, dedikodu batağından beslenen, merhametsizce dakikada gözünü oymaktan çekinmeyecekler ordusu.. 
Bir birimize çok lüzumsuz zarar veriyoruz gün boyu, hayat boyu..

Hepsi ve daha fazlası ne yazık ki metrobüsteki adamdan daha da ağır basıyor dimi?

Şahsen kendim için,  az deli bi kızım kabul derim, tanıyan bilir öyle vur kafasına al lokmasını olmadım. Fakat bu kadar nefretlik ve sıkıcı da değildim asla..

Adil olabilen, yeteneklerini ve hayattaki varoluş sebebini bilebilen insanlara hayran oldum. Günde 3 kitap birden okudum diyerek söze başlayan o dolu dolu ağızları, insan ayırmadan, sınıf ayırmadan egosu ile işi bitmiş, gerçekten sevmeyi bilen güzel yüreklileri elbette severim. Zekasını ilime, bilime alanındaki yeterliliğine kullanıp kendini geliştirebilen insanlar en sevdiklerimdir mesela.

Çok hümanist değilim ama öyle değerli insana da hayranlıklarım bakidir.

Biraz keşif zamanlarım olduğundan diyebileceğim şudur;
Kendinize zaman ayırıp, gözlerinizi kapatarak kendi kendinize konuştunuz mu siz hiç? Bence yapmalısınız.

Bu yaşıma kadar korktuğum şeyleri keşfetmeyip aslında tek korkumun tüm bu yaşanmışlıklara karşı kendim olduğunu farkettim. İşte bu kendi kendime yaptığım hesaplarda, aslında ben her şeyi darma duman edebilir, arada bir sürü insanın belki de psikolojisini bozabilecek bencillikte hareket edebilirdim. Ben kendimden korktum artık!
Biraz siz de korkun: ) Kendi iyiliğimiz için uzaklaşacağımız her kimler ve neresi varsa kendimizden korkalım, uzaklaşalım. 
Zor bir denge ama kötülüğe maruz kalmamak için, hücrelerimize o pis ruhu akıtmamaları için uzaklaşalım..

Her yazı sonunda yaptığım bir klasikle kapatırım bu yazıyı ;
Kalbime, kalbimi kanıtlamaktan
Ve kanıtladığıma kendimi inandırmaktan
Ve dahası kocaman bir sahada tek başına koşmaktan yoruldum.
Aslında ne pişmanım ne de pes ediyorum!..
Can Yücel

7 Mart 2018 Çarşamba

Kadına BayAn demeyin yahu!



Gözlerinizi kapatın ve bir Kadınlar Günü düşünün. Eğlenceli, mutlu, hayatında “kadın” olduğu için hiçbir zorluk çekmemiş, kuş gibi kadınlar… Geliyor mu gözünüzün önüne?



Yoksa dövülerek canı yanan Fatma’yı, psikolojik şiddete maruz kalmış Ezgi’yi,  kocası tarafından öldürülen Seda’yı, Mehtap’ı, Ayşe’yi, Selda’yı ya da babası tarafından 12 yaşında zorla evlendirilen Mihriban’ı? Hangisini düşünüyorsunuz?

Dahası da var, gözünüzü bir daha kapatın efendim, kapatın lütfen! Şimdi de fetva verdiğini söyleyerek kız çocuklarına kimlerin helal olduğunu, katiyen din ile örtüşmeyen bilgilerle anlatan hocayı görüyor olabilir misiniz? Etek giyinenin tacize maruz kalmasını doğallaştıran, sanki erik ağacından göz hakkını alabilme adaletine  sahipçesine kadına dokunan  adam geçiyor mu gözünüzün önünden?
Hatta kiminin hamile karısına yaptığı psikolojik şiddet ve aldatma, kiminin cüret edebildiği dayak! Devamında hafifleştirici sebepleri de var kendilerince; hamileydi ilişkiye giremedim erkeğim ben! Diyebilmek isterdim ben senin erkekliğine ….  (lakin rtük izin vermiyor!)

Bilir misin o gözünü yumrukladığın kadın, okuldan gelen çocuğunuzun matematik ödevi için çabalayacak, kolunu sakatladığın kadın senin çamaşırlarını yıkamaya devam edecek, ağzına vurduğun kadın sana hala günaydın diyecek! Demeyin güzel kadınlar, demeyin..

Benim aklıma 2 soru gelir her kadınlar gününde;
Kaç erkek bu harika olan kadınları hak ediyor acaba?
Ve kaç kadın Kadınlar Günü’nü hak ediyor acaba?

Araştırmalar gösteriyor ki, erkeklerin şiddet gösterdiği, tecavüz edilen, dayak yiyen, psikolojik şiddet gören her zaman daha çok kadın!
Bir de madalyonun diğer yüzü var.
Biz “insan” arıyoruz insan

Erkeklere 4-5 ayrı kadının hak olduğunu söyleyen “kadın” da gününü kutluyor mu acaba?
Gözünün önünde dayak yiyen kadına tepkisiz kalarak, yanından geçen kadının vicdanı el verecek mi bu kutlamaya? Gratisten kadınlar günü sebebiyle çılgınca indirime giren hediyelerini alırken acaba düşünecek mi?

Peki bir de ne var biliyor musun? Kadının kadına yaptığı mobbing , psikolojik şiddet ! Başkaca bir erkek ya da başkaca bir kadınla birlikte katiyen anneliğini, insanlığını, saygısını, sevgisini, iyiliğini umursamadan yapabildiği çılgınca şiddet..

Tüm yüreği güzel, emekleriyle birçok  evladı vatana kazandırmış, adalet kavramını adına verildiği gibi yaşayan sevgi dolu emekçi kadınlarımızın gününü kutlarım.

11 Ocak 2018 Perşembe

Aramızda Tarkan Sevmeyen var mı?

Aramızda Tarkan Sevmeyen Var mı?

Malumunuz bu yıla damgasını vurandır yine Tarkan! Dillere pelesenk bir “Yolla” şarkısı var ki, o bunu hep yapıyor : )
Yavaş yavaş kendisine çekiyor, bir şarkı ile başlayıp bir de konseri ile taçlanıyorsa hayranlığınız, sonrası zaten albümünün hakimi oluveriyorsunuz.
Aysel Gürel’ den canı ciğeri Sezen Aksu’suna kadar tüm sevdikleriyle de çalışmış albümde.
İlk tanıdığımız zamanlar rakibi daha azdı belki ama epey iddialıydı. 1993’ te çıkan ‘Kıl Olduk Abi!’ İle herkese, her yerde kıl olduk : ) Ardından ‘Hepsi Senin mi?’ diye sorduk durduk. Tabi bu söylemle kafasına terlik yiyen de oldu: )) Sonrasında gönül aldık, tamam hepsi senin, sana bir daha kıl olmak da yok, çünkü ölürüm sanaaaaaa diye yine aldık gönülleri.
Gönülleri ala ala bir de baktık ki Tarkancoll! Bir anda bir sürü fan ve bu insanlar ülkenin her yerinden..
Bir web portalında buluştular zamanın şartları dolayısıyla. Yıllar boyu yanından yöresinden hiç ayrılmadılar. Kardeşi, abisi, arkadaşı her şeyi oldular Tarkan’ın..
Hiç bir çıkar gözetmeden, her durumda inanarak dinlediler. Türlü gündemler oldu, malum magazin basını için büyük ranttı pop star! Tarkancoll onu asla yalnız bırakmadan her geçen gün çoğaldı, katlanarak büyüdü. Sosyal Medya onlar için biçilmiş kaftandı ve bugün şahane bir şekilde kullanmaktalar.
Ebru ile konuştuktan sonra diyebilirim ki; Tarkan’ ın sırtı yere gelmez efendim. Ben çok fan kulübü gördüm birçok şarkıcının konserlerinde hali hazırda bulunan lakin Tarkancoll bir başka, tam da Tarkan’ a yakışır bir topluluk.
Harbiye Konserlerinde Eylül ayında gerçekleşen 2. Tura katıldım. Bu ne enerji ve bu ne karizma yahu! Hani şu geçtiğimiz gün okuduğum Gülse Birsel’ in ‘Elit insan’ yazısındaki “Elit” kişi kesinlikle Tarkan’ dır!
Sahnede onu Michael Jakson izlercesine gururla izliyorum. Michael gibi şarkı girişlerindeki o Koreografi nedir öyle? Verdiğiniz zamanın ve paranın karşılığını kat be kat aldırıyor insana.
Konserde kendinizi bana bırakın diyor Pop Star, Mega Star, Ordinaryus Star : ) ‘Abartma Şenay!’ demeyin sahiden tüm şarkılarına eşlik edip bir saniye bile yerinizde durdurmadan eğlenme garantili bir konser verendir kendileri.
Herkes yerini aldı ve beklenen adam sahneye muazzam bir Show’la geldi. Bize hoş geldin dedi. Aslında kendisi şahane şarkılarıyla yıllardır yanımıza, yöremize ve kulağımıza hoş gelmişti.
Organizasyonu üstlenen Atlantis Yapım Erdal Bey’i tanırım. Kendisi tüm işleri gibi Tarkan’a da her zaman çok titizlenirdi, o da zerre sorunsuz bir çalışma ile konserleri tamamladı. Her konserde yaptığı minik canlı yayınları da takip etmedim değil doğrusu : )
Efendim konunun özü 3,5 yaşındaki oğlumu yatak üstünde uyumamak üzere ‘Yolla’ şarkısını 1500 kere söylediğine ve konserde 68 yaşındaki emekli eğitimcinin Tarkaaaaaan Tarkaaaaan su iç, su iç diye bağırmalarını duydu bu kulak.. Bu adamda şeytan tüyü var besbelli : )
Ayrıca günlerdir oğlum sevgili Yiğit Ömer, annee Tarkan’ın boğazı acımıyor mu diye içten içe üzüntü duyuyor. Neden öyle düşünüyorsun diye sorduğumda ise;
-Çok şarkı söylüyor ya eğer boğazı acırsa Yollayı kim söyleyecek anneeeee : ))))
O bile biliyor, benzemez kimse sana Tarkan!

Konserler Ekim’ de olacak mı hiçbir fikrim yok açıkçası. Eğer olursa Ebru’ dan al haberi zaten : )
Ne diyeyim şimdi Tarkan’ a hayatında başarılar mı diyeyim?
Saçmalama Şenay daha ne başarılar dilemesi,
Sen git şimdi Hodri Meydan’ı dinle..
Sevgilerle,



HAYAT HOLLY’İ ANLAMAKTAN İBARET


Bir süredir ara verdiğimiz bloğa dönme fikri iyi geldi, fikir iyi gelince hareket başladı. Az evvel okuduğum makalenin finalinde bir ölüm olmasına rağmen, giderken bende umut bıraktı.
Faydalandım, yaşamasam bile empati yapmaya çalıştım. 

Holly’ den size de bahsedeyim,
27 yaşında hastalığı sebebiyle hayatını kaybetmiş gencecik umut dolu bir kız..





Tabi hepimizin illa umutları, hayalleri ve türlü planları var. Gerçekleştirebilme fikri dahi bizi hayata bağlayan değil mi? Yaşama süremiz hakkında fikri olan da yok! Eee o zaman Holly haklı dedim.

26 yaşında hastalığının teşhisi konmuş ve hayatta kalma süresi ancak 1 yıl olmuş.
Dirayetle karşılayabileceğiniz en zor durumdur bu herhalde.

Düşünüyorumda insan ancak kendi ölümü ya da sevdiği insanın ondan ayrılacağı haberi ile yüzleşince dağılır. Henüz kuramadığı ailesinin telaşı, daha tadamadığı lezzetlerin, tanıyamadığı insanların, yapamadığı iş görüşmelerinin, koklayamadığı bebeğinin ve daha yaşamaya dair her şeyin telaşı var ve zamanınız yok! Hani öyle paranız yok falan değil yaşayacağınız gün yok..
Bir de karşı tarafa geçelim, Holly belki günaydın demediğiniz kapı komşunuz ya da Holly iş yerinde türlü mobing yapıp depresyona soktuğunuz, henüz bu kötü haberi almamış dünya iyisi bir kız.
Holly trafikte sollayarak kazaya soktuğunuz, gittiğiniz sinemada önüne geçip hakkını aldığınız kız da olabilir. En büyük ihtimalle metroda ezip geçtiğiniz yerini gasp ettiğiniz kızsa?

Tüm bunlar için eğer bi vicdanınız varsa illaki rahatsız olacaksınız. Ama yoksa evren size bunun cezasını verecek! Yaşadığımız sürece Cenneti ve Cehennemi görüyoruz, kimimiz farkına varıyor kimimiz farkına varamıyor ve bu döngü devam edip, insan kendi ırkına çekinmeden zarar veriyor.

Zarar veren ve buna sürekli devam edenlerin artık bir müddet sonra tüm varoluşları etrafındaki insanları kırıp geçirmek oluyor. Bunun üzerine çalışmalar yaparak zihinlerini çeşitli kötü duygularla besliyorlar. Tamam sakin olun kendimi de katabilirim : ) Etkiye tepki olarak bazen bir takım savunmalar geliştiriyorum tamam kabul ama katiyen ben başlatmıyorum.!

Güzellikleri fenalığa, birlik olmayı dağılmaya, sevilmeyi kine, dostluğu düşmanlığa çevirdikçe hayat bize üretmeden tüketmeyi aşılayacak. Severek başladığımız her güzellik devamında beraber büyük bir güce döner. Kimse tek başına krallık elde edemez. Bu krallığı istiyorsanız adil olun! Kırdığınız üzdüğünüz kalbi sevenler var dimi..


Tüm yazılarımda olduğu gibi imla ve devrik cümlelerim göz ardı edilerek okunursa tatlı olurum : )
Samimi, sağlıklı günler dilerim,



11 Ağustos 2017 Cuma

Üniversite içinden sesleniyorum! Tavsiyedir..

Üniversiteye yeni başlayanlar için türlü tavsiyeler vardır elbette.

Lakin hangisine itibar edelim, ya da kime ve neye göredir bu tavsiyeler diye bi miktar yersiniz kendinizi.
Bu içten içe yürüyen, zihne baskılayıp olay günü kalbe yürüyen heyecana ayak uydurunuz.  Bu heyecan kısacık bi müddet sonra geçecek ve yerini olabildiğince yavşak duygulara bırakacaktır. ( bkz yavşak; yılışık duygular)

Yani diyeceğim şu ki; o heyecanı dibine kadar yaşayın, telaşlanın, az bi korkun, gerilin ve sonunda kendinizi oraya atın!





*En temel kural “çömez imajına mani olmak” .. Bunun için kısa süreliğine yüksek özgüvenliyi oynayabilirsiniz. Yürüyüşünüzü değiştirip elinize alabileceğiniz coffee bi tık ilerlemenize sebep olacaktır.
*Az konuşun ama öz olsun, ortamda birilerine mutlak laf sokup akıllarda kalmaya sebep olun. ( tasvip etmesemde)
*Gördüğünüz her kıza asılmayın, kısa sürede adınız çıkar istediğiniz itibarı kaybeder ve hafife alınırsınız.
*Çirkin deyip beğenmediğiniz kızlar, ilerleyen günlerde tüm ders notlarınızı dileneceğiniz en iyi arkadaşlarınız olacaktır. Tatlı davransaydınız iyiydi..








*Tavsiyeleri dinleyin ama her ortam ve üniversite işleyiş ve idari bakımdan farklılıklar gösterir o yüzden akışına bırakın.
*Hocaların sizin için kıymetini bi bilseniz asla ilk gün dahil böyle artistlikler yapmazdınız J notlarınızı bilgisayara onlar işler, sizi dahi işlerrr : )
*Öğrenci kimliğinizin bu cumhuriyette en kıymetli şey olduğunu unutmayın, sahip çıkın!
*Öğrenci işleri, SKS, hatta rektörlükten dostluklar edinin. Börek, çörek, memleketten gelen giden erzakları serin önlerine. İşlerinizin haftalar sonra bitmesini istemiyorsanız arkadaş, abla, abi iyidir : )
*Kopya vermezseniz alamazsınız bunu unutmayın. ( o yüzden hiç o işlere girmeyin : )
*Entellektüel sohbetler açın, bu sohbetleri hocalarınızın yanında gerçekleştirin.
*Öyle hemen mezun olmalıyım triplerine girip, o caaaanım ve hayatta belki de bi kez yaşayacağınız öğrencilik yıllarını bitirmeye aceleci olmayın.
*Sevdiğiniz ve katiyen gelecek vaat ettiğine inandığınız bölümü tercih edin. Mahalle baskısı bu ortamda size iyi gelmeyecektir.
*Part time işlere sıcak bakın, o harçlık asla yetmeyecek!

Onlarca daha tavsiye sıralarız genç beyinlere.. lakin mezun olduktan sonra adam olmayacaksanız, mezuniyet olmadan da adam olunabileceğini, diplomanın bi çok kişi için sadece bir kağıttan ibaret olduğunu unutmayın.

Bi miktar evlilikte yapılan devlet nikahına da benzer aslında durum. O imza atılınca hiç bir şey değişmez sadece bir belge  vardır elde ve bazen o belgenin rehaveti ile türlü şımarıklıklar da rahatlıklar yapılır ya da bazı zamanlar hakkı verilemez!
Elinizdeki belgeyi severek alacaksanız alın yoksa memleketin çiftçiye de inşaat işçisine de ihtiyacı var.
Kendinizdeki yeteneği keşfettiğiniz tüm sahneleri kayda alın. Sabırla zamanını bekleyin ve zamanı geldiğinde yani gelişim süreci devam ettikçe ortaya atın o meziyetleri.
Çoğu zaman kendimizdeki (genellikle yaradılıştan gelen) “sihirler “ bi yerde kalır ve birileri keşfedemezse pas tutar . Buna müsaade etmeden kendi başımızın çaresine de bakmamız gereken zamanlar yaşayabiliriz.

Haddi aşmadan, başarı duyulan tecrübeye saygı duyarak olgunlaşsak.. “Mükemmel” olmak uğruna bi sürü enkaz bırakıp yükselmektense “iyi” olup itibar kazanmanın, güzel konuşulmanın keyfini yaşasak?

Bi düşünün ve mevcut üniversitelerinizin keyfini çıkarırken hayallerinizi hedeflerinizi ve en önemlisi vizyonunuzu geride bırakmayın.
Diğer tavsiyemde; Kitap okumanın mucize bi terapi olduğunu bilip tüm söylemleri tüm fikirleri okumak konusunda cesaret gösterdiğimiz sürece daha kıymetlisi ne olabilir..
Son satırımda diyebileceğim; Düşünmeden okumak, hazmetmeden yemeğe benzer.

Sevgiler, saygılar efendim.